Sayfalar

1 Mayıs 2012 Salı

isyan "edilir", devrim "yapılır"

“İsyan etmek” ve “devrim yapmak” ne kadar kardeştirler. Ama bu kardeşlikte bir üveylik de var mıdır acaba?

Anarşistler isyan sözcüğü ile çok hemhaldirler. Sloganlarında falan çoğunlukla “devrim” yerine “isyan” sözcüğünü kullanırlar. Marksistler ise neredeyse istisnası olmayan bir biçimde “isyan” sözcüğünü sözlüklerinden çıkarmışlardır.

İsyan gibi doğrudan kalkışmayı, başkaldırmayı ifade eden bir sözcüğe marxistlerin uzak duruyor olması, nasıl, epeyce tuhaf ve rastlantıyla açıklanamayacak bir şeyse anarşistlerin de genel kabul olarak muhalif kültürün nihai hedefi durumundaki “devrim” varken ona bütün bütün sırtlarını dönmeseler de “isyan”ı daha çok kullanmaları da epeyce tuhaf ve rastlantıyla açıklanmayacak bir şey.

Her hareketin, fikrin kendine ait bir dili vardır; o dil, fikrin en yalın bakışından oluşur.  Eğer, oturuşmuş bir bakışınız, inancınız varsa o sizi her şeyde yönlendirir, çok fazla düşünmeden de karşılaştığınız durumlar ve meselelerle ilgili ne düşüneceğinizi adeta insiyaki olarak saptarsınız. Demem o ki anarşistlerin “isyan etme”yi ve marksitlerin “devrim yapma”yı tercih edişleri,  her ne kadar üzerinde uzun boylu düşünmemiş olsalar da ve bilinçli bir tercih değilse de onların “bakış”ının bir sonucudur.

Öncelikle dille ilgili bir çıkarımda bulunacağım ama bu bilimsel olmayacak, hissi bir çıkarım… Tersi örnekler de bulunabilir, ben doğruluğuna tereddütsüz inandığım bir şey ileri sürüyorum ama doğruluğu ancak hissi olarak kavranabilir: “etmek” kendinden yola çıkmak anlamı veren bir yardımcı eylemdir, “yapmak” ise bir şey üzerindedir. Yani “eden” kendinden yola çıkar ve başka şeyler üzerindeki etkilerini hesaplamamıştır, “yapan” ise su götürmez bir biçimde “başka bir şey üzerinde” yapar. Heykel yapmak, iş yapmak, raf yapmak, kanal yapmak… Şöyle bir örnek belki daha açıklayıcı olacaktır… Doğrusu “kahvaltı etmek” olduğu halde son yıllarda “kahvaltı yapmak” çok yaygınlaştı. Kahvaltı edilir yani, yapılmaz!

İsyan’la devrim’e dönersek yani isyan’ın “etmek” yardımcı fiilini almasında ve “devrim”in “etmek” fiilini almamasında bir mana olduğunu düşünüyorum, umarım bu yazdıklarımdan sonra da bunu düşünen tek kişi ben olmam, öyle olursa saçmalamış kabul edilebilirim.
Bu iki sözcüğün derininde yatan “hikmet”i bulduğumuzu varsayarsak anarşistlerin ve marksistlerin insiyaki olarak gerçekleşen tercihleri açıklanabilir.
Devrim bir plan program, bir örgüt işidir.
İsyan öyle mi ya? Ne kadar başıboş, ne kadar yönsüz bir öfke!..
Özellikle siyasal arenanın hareketli olduğu  “70’li yıllar” boyunca devrim sözcüğü belli bir “aydınlama”nın işaretidir, ama aynı dönemde yine ortalığı kasıp kavuran arabesk furyası içinde isyan sözcüğü çıkar karşımıza... Üniversite gençlerinin “devrim”i ile varoş delikanlılarının ve “fazla babalarıyla dondurma yiyen” çocukların “isyan”ı yan yana ama birbirlerine değmeden yaşayagitmektedirler. Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur şarkılarının pek çoğunda geçen “isyan” sözcüğünü ve buradaki isyancıları kardeşleri olarak görmez devrimciler. Bir kere isyan çok şahsi ve naiftir orada. Karşıdakini belirleyici bir niyet okunmaz bu sözcükten. Sadece “kendi”dir isyan eden. Kendinden başka kimseyi davet etmez bu “isyan”. Oysa devrimci jakoben gelenek için iradecilik vazgeçilmezdir. Devrim amaçsız olamaz, iradesiz olamaz. İsyan neredeyse yenilmeye yargılı bir içeriğe sahiptir, “isyancı” sahipsizdir; ama devrim yıkmışlığı gösterdiği gibi yeniden yapmayı da içerir, sahibi vardır; devrimler onu yapanlarındır.

İsyan eden, isyanının başına açacağı bütün işleri, bedelleri göze almıştır ama “isyanı”nın yıkmak dışında bir amacı olmadığından elde edeceği şey üzerine bir hesabı yoktur. İsyan’da yalnızca yıkma dürtüsü vardır, devrim’de ise yıktıktan sonraki süreci tasarlama amacı da açıkça görülmektedir. Bu gibi sebeplerden dolayı devrimciler “isyan”a sıcak bakmamışlardır; ondaki başıboşluk, serserilik marksizmin belirlenimci özüne de aykırıdır. İsyan örgütsüzlük çağrışımı yapar, devrim tam bir proje, bir organizasyondur. Yani isyan “edilir” devrim “yapılır”.

80’li yıllarda siyasal arena anarşistlerle tanışır. Sol gibidirler ama gerek attıkları sloganlar gerekse alanlardaki var oluşları soldan farklıdır. Anarşistler arabeskçilerin, lümpen duyarlılığın elinde kalmış gibi görünen “isyan” sözcüğüne sahip çıkarlar, onunla önemli bir yakınlık oluştururlar. Ve gerçekten de böylelikle birkaç on yıl içinde “isyan” arabeskle özdeşleşen marazi anlamından uzaklaşır.
devrim talepkârdır, ya isyan?..

Devrimcilik açıkça bir iktidar talebidir, bu nedenle yapılır, devrim talepkârdır, eşitlikçi ve özgürlükçü vaatlere, kendisinin kuracağı düzende öngördüğü tedbirlerin baskı ve tahakküm olarak adlandırılamayacağı ön kabulüne dayanır.  Yani bir yerde onun özgürlükçülüğü ve eşitlikçiliği bir tür tahakküm takiyesidir. Hiçbir devrim – bu arada “devrim” artık belli bir öncü, lider kadro, komite, hiyerarşik yapı ile mümkün kılınan manasındadır- eşitlikçi ve özgürlükçü olmayacaktır. Halkın, ahalinin kendi özgücü ile yapmadığı hiçbir kalkışma bunu bize veremez doğası gereği. Ancak insanların toplu isyanları, toplu kalkışmaları, yönsüz başkaldırıları ve sonra tarih hiç yokmuşçasına oturup o noktadan sonra nasıl bir hayat istediklerini konuşmaları ile mümkün olacaktır. Emma Goldman’ın “devrim yapamazsınız devrim olursunuz” aslında bize bunu anlatmaktadır. En azından ben şöyle anlıyorum; benim dediğim şey şahsi bir kalkışmadır, ben kendim için ayaklandım, kimseyi kurtarmak gibi bir amacım yok. Yani isyan!

Marxist litaratürün önemli bir bölümünü taktik ve strateji işgal eder. Devrimci bir tür askerdir, militerdir, emir komuta zinciri içinde çalışır ve düşünür. Örgüt bir tür ordudur, çekirdek bir devlettir. Silahlı güçlerin gerçekleştirdiği hiçbir devrim o silahlı güçlerin tahakkümünden ve taassubundan azade bir organizasyon geliştirememiştir, devrimi silahla yaparsanız sonrasında da silah elinizde olmak zorundadır, devrimi yapan silahlı güçlerin gölgesi kurucu ideolojinin genlerine sinen ve aradan yüzlerce yıl geçse de devlet ve toplumu bu paradigmanın boyunduruğuna mahkum eden bir heyula olmuştur. TC’de olduğu gibi, İran’da ya da başka bir ülkede, dahası bütün dünyada olduğu gibi… Dünya tarihine baktığımızda devletlerin tarihinin bu militer güçlere ve şiddete dayandığını görüyoruz. Başka türlüsü de mümkün değildir. Her devlet bir devrimin ürünüdür, o devrimi de devrimci silahlı örgütler yapmıştır. Bazen ülkenin bağımsızlığını (!) tesis etmişlerdir, bazen iç iktidarı alaşağı etmişlerdir. Büyük kütlelerin özgür iradeleri ile oluşan bir devlet (!) dünya üzerinde yoktur.

Devrim istemiyorum, başkalarını belirlemek için çıkmadım yola. Onlar için doğru’nun, daha iyi yaşama’nın ne anlama geldiğini bilmiyorum.  İnsanların özgürce yaşama isteğini kışkırtıyorum, her bir insan kafasında özgürce yaşanabileceğine dair bir inanç ve ihtimal bulup ona bağlanmadıkça özgürlük asla olmayacak. Her bir insan isyan etmedikçe düzen, sistem, dünya değişmeyecek.

Aslında tüm dünyada siyasal bir bilinç enjeksiyonuna gerek olmaksızın hoşnutsuzların sayısı her geçen gün artıyor, görülebiliyor bu… İnsanlar doğaya karşı davranışımızdan, vergilerden, askerlikten, hükümetlerin baskıcı politikalarından, hayat boyu çalışmaktan, karınlarını zor doyurmaktan, şehirlerde yaşamaktan, devlet arası ilişkilerden hoşnutsuzlar. Bu hoşnutsuzluk, başka bir dünyanın temel gücü. Sessiz çoğunluk kolay değişmiyor ama değişiyor çok yavaş bir biçimde. Sessiz çoğunluğun bir şey yapmasına bile gerek yok.. Bu iş böyle olmaz diye inansın ve buna inandığı anlaşılsın, emin olunsun… Hiçbir şey bunun karşısında duramaz. Devletler bu büyük çoğunluk onların gereksizliğine inandığı gün; şehirler bu büyük çoğunluk, içinde yaşamanın yanlış olduğuna inandıkları gün tek bir silah sesi atılmadan yıkılacaklardır. Egemenler ancak insanların çok çok büyük bir ekseriyetinin başka türlü bir yaşamı arzu eden bir kafaları olduğuna emin olduklarında bu işin bittiğine inanacaklardır. Şu ya da bu örgütün yaptığı, yapacağı devrimler temelde zararsızdır. O örgüt uzun süre mücadele eder sonra devlet olur. Devlet olduğunda iş bitmiştir artık. Uluslar arası dengeler, konjonktür, ekonominin küresel gerekleri falan geldiğinde her devlet sisteme dahil olur, olacaktır; her devlet ikna edilir, edilmiştir. Eğer bir yerde devrim yapmayı arzu etmeyen bir örgüt varsa (!) ona katılınabilinir, ama o artık örgüt değil cemaattir. O belli bir hayat tarzının örnekli propagandasını yapıyordur. Bugün bütün devletler esas olarak şirketler tarafından yönetilmektedir ve bütün yönetim kurulu başkanları, ceolar;  şu ya da bu ilkeye, ekonomik programa sahip bir devletin, sosyalist ya da kapitalist bir devletin temelde bir farkı olmadığını tehlike arz etmeyeceğini,  silah alıp dağa çıkan, şurayı burayı bombalayan örgütlerin zararsız olduğunu bilirler, devrim mücadelesi sırasında taraf tutmaları tamamen hesap kitaba dayanır, muhtemel devletin çıkarlarına daha uygun olması için taraf belirlerler ve sürecin ilerleyişinde diyelim ki devrimci örgütün başarıya ulaşma ihitimali daha yüksek hale geldiyse strateji değiştirmemeleri, taraf değiştirmemeleri, küsmeleri ya da düşmanlık beslemeleri düşünülemez bile… Soğuk savaş döneminden sonra dünyanın bir pazar olduğu gerçeği tescillendiği için artık milliyetçi reflekslerle veya kaba ideolojik reçetelerle davranmalarını beklemek, yine soğuk savaş öncesine ait olan, devrimin iyi bir şey olduğu inancına sahip akılların işi olabilir.

Demem o ki isyan etmekle devrim yapmak ayrı şeylerdir… 1 Mayıs’ta kulağınıza çalınacak olan sloganlara bir de bu gözle bakın. “Küresel kapitalizme karşı topyekûn isyan” diyen de olacaktır, “üreten biziz yöneten de biz olacağız” diyen de “faşizme ölüm tek yol devrim” diyen de…

Mehmet İşten

Hiç yorum yok: