Sayfalar

26 Mayıs 2012 Cumartesi

Anlar

Eğer, yeniden başlayabilseydim yaşamaya, 
İkincisinde, daha çok hata yapardım. 
Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım. 
Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar, 
Çok az şeyi 
Ciddiyetle yapardım. 
Temizlik sorun bile olmazdı asla. 
Daha çok riske girerdim. 
Seyahat ederdim daha fazla. 
Daha çok güneş doğuşu izler, 
Daha çok dağa tırmanır, daha çok nehirde yüzerdim. 
Görmediğim bir çok yere giderdim. 
Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye. 
Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine. 
Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım ben. 
Yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu. 
Farkında mısınız bilmem. Yaşam budur zaten. 
Anlar, sadece anlar. Siz de anı yaşayın. 
Hiçbir yere yanında termometre, su, şemsiye ve paraşüt almadan, 
Gitmeyen insanlardandım ben. 
Yeniden başlayabilseydim eğer, hiçbir şey taşımazdım. 
Eğer yeniden başlayabilseydim, 
İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım. 
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla. 
Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır, 
Çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer. 
Ama işte 85'indeyim ve biliyorum... 
ÖLÜYORUM... 

Jorge Luis BORGES 

Ben erkek değilim


Ben erkek değilim.
Aile geçindiremem, yeni şeyler alamam onlara.
Sivilcelerim ve küçük bir de çüküm var.

Ben erkek değilim.
Futbolu, boksu ve arabaları sevmem.
Duygularımı ifade etmeyi severim.
Hatta kollarımı arkadaşımın boynuna dolamayı.

Ben erkek değilim.
Bana verilen rolü oynamayacağım – Madison Avenue, Playboy’, Hollywood ve Oliver Cromwell’in yarattığı o rolü.
Televizyon bana nasıl davranacağımı söyleyemez.

Ben erkek değilim.
Bir sincabı öldürdüğüm bün bir daha öldürmeyeceğime yemin ettim.
Et yemeyi bıraktım.
Kan midemi bulandırır.
Çiçekleri severim.

Ben erkek değilim. Askere alınmaya karşı çıktığımdan hapse düştüm. Gerçek erkekler beni dövüp bana ibne dediklerinde kavgaya karışmam. Şiddetten hoşlanmam.

Ben erkek değilim. Bir kadına tecavüz etmedim hiç. Siyahlardan nefret etmiyorum. Bayrak dalgalandığında duygusallaşmıyorum. Amerika’yı sevmem ya da terk etmem gerektiğini düşünmüyorum. Bunun gülünç bir şey olduğunu düşünüyorum.


Ben erkek değilim. Hiç frengi olmadım
Ben erkek değilim. En sevdiğim dergi Playboy değil.
Ben erkek değilim. Mutsuz olduğum zaman ağlarım.
Ben erkek değilim. Kendimi kadınlardan üstün görmem.
Ben erkek değilim. kasık-desteği giymiyorum.
Ben erkek değilim. Şiir yazıyorum.
Ben erkek değilim. Barış ve sevgi için meditasyon yapıyorum.
Ben erkek değilim. Seni yok etmek istemiyorum.

Harold Norse.
Underground Poetix Dergisi sayı 9'dan

Gitmek

Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...

Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey...
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.

Öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Herşeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.

Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.

Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız "kalk gidelim",
öbür yanımız "otur" diyor.

"Otur" diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira...
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu...
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz...
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.

Evlenmeler...
Bir çocuk daha doğurmalar...
Borçlara girmeler...
İşi büyütmeler...
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.

Misal ben...
Kapıdaki Rex'i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,
İki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki...
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?

"Sırtında yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardır;
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
Kendi imalatımız küfeler.

Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım,
İnadına kök salmak lazım.

Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabii yapanlar, ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek...
Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa.
Gün içinde mesela...
Küçücük gitmeler yapabilsek.

Ne mümkün.
Sabah 9, akşam 18
Sonra başka mecburiyetler
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
Bu kadar ağır olmamalı.

Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
Ne saçma...
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba.

Ben her bahar aşık olmam ama
Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç,
Ama olsun... İstemek de güzel.

Can Yücel

15 Mayıs 2012 Salı

Ekofeminizm ve Hayvan Yeme


Bu denemede1 çağdaş ekofeminist söylemin gerekli bir potansiyele sahip olmakla birlikte bugün kendi içinde, doğa üzerindeki tahakkümün önemli bir boyutu olarak hayvanlar üzerindeki tahakküm olgusuna bütünlüklü bir kavramsal yer veremediğinden dolayı, bu konuda yetersiz kaldığını göstermeye çalışıyorum. Hayvanları ve mâruz bırakıldıkları durumu ekofeminist analize açıkça dahil etmekteki başarısızlığı çeşitli biçimlerde yansıtan mümkün altı ekofeminist cevabı ele alıyor ve hayvanları bir araç olarak gören müzmin bir ataerkil ideolojinin bu başarısızlıkta nasıl önemli bir rol oynadığını tartışıyorum.

Patriyarka, Kadınlar ve Vejetaryenlık


CAROL ADAMS, aile içi şiddet ve hayvan savunuculuğu alanlarında kapsamlı çalışmalar yapmış eko-feminist bir ilahiyatçı, yazar ve aktivist. 1990’da yayımlanan ilk kitabı The Sexual Politics of Meat’te [Etin Cinsel Politikası], hayvanlara yönelik muamele ile kadınlara yönelik muamele arasındaki ilişkiyi ortaya koydu; arak yaşayan, hissedebilen hayvanların “et” haline getirilmeleri ile, kadınların cinsel nesnelere indirgenmesi arasında benzerlik kurarak feminist-vejetaryen bir kuramın temellerini attı. O tarihten bu yana eko-feminizm, aile içi şiddet, vejetaryenlik ve hayvan savunuculuğu üzerine kitaplar ve makaleler yayımladı. Bu söyleşi, Carol Adams’ın web sitesinde yer alan, kendisiyle yapılmış söyleşilerden (http://www.triroc.com/caroladams/interview4.html), çerçeve içindeki yazılar da “The Social Construction Of Edible Bodies and Humans as Predators” adlı yazısından derlendi: Ethical Vegetarianism: From Pythagoras to Peter Singer içinde, ed. Kerry S. Walters ve Lisa Portmess, State University of New York Press, 1999.

Marksın Ekolojisizliği: Marksizm ve Çevrecilik




Ekolojist düşünce kökleri mazide, yaprakları ise gelecekte olan bir genç ağaç, Marksizm ise artık iyice yaşlanan bir ulu çınar. Üstelik ekolojist ağacın genç sürgünleri Marksizm denen ulu çınarın gölgesinden çok,  kendini yenileyen anarşi denen dev sekoyanın dibinden uzatıyor kafasını gökyüzüne.
Ama bu duruma rağmen genç fidanın aslında o ulu çınarla aşılanması gerektiğini iddia eden bahçıvanlar var. Bunlar eko sosyalistler. Ben bu aşının tutmayacağı kansında olanlardanım. Sol ve Ekolojik hareket arasında bağlar kurarak ekoloji ile sosyalizm idealini evlendirme girişiminin adı ekolojik sosyalizm. Bu beraberliğin mutlu bir beraberlik olup olmadığı ise çok tartışılan bir nokta.

1 Mayıs 2012 Salı

isyan "edilir", devrim "yapılır"

“İsyan etmek” ve “devrim yapmak” ne kadar kardeştirler. Ama bu kardeşlikte bir üveylik de var mıdır acaba?

Anarşistler isyan sözcüğü ile çok hemhaldirler. Sloganlarında falan çoğunlukla “devrim” yerine “isyan” sözcüğünü kullanırlar. Marksistler ise neredeyse istisnası olmayan bir biçimde “isyan” sözcüğünü sözlüklerinden çıkarmışlardır.