Sayfalar

26 Ocak 2012 Perşembe

Öcalan Anarşizmi’ne Anarşik Bir İtiraz


Aram Yayınları’ndan çıkan Abdullah Öcalan imzalı “Özgürlük Sosyolojisi” adlı kitap, verimli bir tartışma konusu olabilecek, üzerine uzun bir değerlendirmeyi gerekli kılan bir kitap olmasına karşın biz şimdilik kitaptan bir bölüm olan“ Anarşizmi Yeniden Değerlendirmek” yazısına odaklanacağız. Söz konusu yazı Anarşist düşünce geleneğinin kimi tarihi öngörülerinin, kapitalizm, modernizm ve otoriteye yönelik eleştirilerinin tarih tarafından doğrulanan hakkını teslim etmekle birlikte “Önder” bakışının tahrif ve yanılgılarından Anarşizm’de nasibini almaktan kurtulamamış.

Demokratik Özerklik ya da bardağın dolu tarafı

Sıkça başvurulan şu bardak metaforundaki iyimser yaklaşım genellikle bardağın yarıya kadar dolu olduğunu varsayar. Ama ben bu yazıya başlarken kendi kendime söz verdim; bardağın ne kadarının dolu olduğuna bakmaksızın iyimserliğimi koruyacağım: Yeter ki onda bir katre bulunsun!

Ve tabii bardak dediğimde siz bunun demokratik özerklik projesi olduğunu anlayın. Herhalde duymayan kalmadı. Geçtiğimiz aylarda Diyarbakır’da toplanan Demokratik Toplum Kongresi, Kürt sorununun devletle müzakere edilmesi konusunda bazı somut hedefler ve talepler ortaya koyarak özerklik kararı aldı. Ardından da demokratik özerklik projesine ilişkin görüşlerini medya ve öteki basın organları aracılığıyla kamuoyunun tartışmasına sundu. Söz konusu karar ve taslak metin çeşitli çevrelerde olumlu karşılanırken devlet, hükümet, siyasi parti ve medya grupları başta olmak üzere pek çok kesimde de, “Türkiye bölünür” kaygısıyla vahim bulundu. Keza, taslağı yetersiz ve olumsuz bulan, hatta onu bir Kürt projesi olmaktan uzak görüp reddeden bir yaklaşım da PKK dışı Kürt muhalefetinden geldi. Temel ulusal hakları kurumlarıyla birlikte talep eden Kürt muhalifler, özerklik kararı üzerindeki Öcalan gölgesini işaret ederek bunun özünde bir devlet projesi olduğunu ve seçim sürecini atlatıncaya kadar oyalama amacı taşıdığını ileri sürdüler. 

Ulusal Egemenlik mi Toplumsal Özgürlük mü ?

Her ne kadar slogan ve pekiştirici sıfatlarla konuşmaktan hoşlanmasam da düşüncemi en yalın şekliyle ifade ettiği için sözlerime bir sloganla başlamak istiyorum: Otoritenin olduğu yerde özgürlük yoktur!

Bu slogan, Şubat 1921’de Moskova’da bir anarşistin cenaze töreninde Bolşevik iktidara karşı haykırılmıştı. O tarihten altmış yıl kadar önce, tahakküm ilkesiyle özgürlük ilkesi kutuplaşmasında uzun uzadıya yaşanan tartışmalar tüm Avrupa’ya yayılarak dönemin düşünce ve politik hareketleri arasında köklü kopuşlara, saflaşmalara yol açmıştı. Bütün bunların özeti olarak, otorite (örgüt, parti, devlet) ilkesini temel alan Marksist düşünceye karşı özgürlük ilkesini savunan anarşistler, her türlü devlet düşüncesinin kölelikten başka bir anlam ifade etmediğini, otoritenin (bu anlamda devletin) biricik amacının kendi varlığını sürdürmek olduğunu, devrimci bir hükümet de yönetse devletin olduğu yerde özgürlüğün olamayacağını defalarca dile getirmişlerdi. Bolşevikler iktidarı ele geçirdiklerinde bu düşünce ve tartışmaların da içinde yer aldığı ciltler dolusu dokümana sahiptiler. Dahası, otorite ve özgürlük ilkesinin ne demek olduğunu hem kendi pratiklerinden hem de canlı bir muhalefet olarak karşılarında duran Rus anarşist hareketinin taleplerinden biliyorlardı. Yukarıdaki slogana dair bu giriş notunu böylece düşüp ulus ve ulusal haklar meselesine geleyim.