Aram Yayınları’ndan çıkan Abdullah Öcalan imzalı “Özgürlük Sosyolojisi” adlı kitap, verimli bir tartışma konusu olabilecek, üzerine uzun bir değerlendirmeyi gerekli kılan bir kitap olmasına karşın biz şimdilik kitaptan bir bölüm olan“ Anarşizmi Yeniden Değerlendirmek” yazısına odaklanacağız. Söz konusu yazı Anarşist düşünce geleneğinin kimi tarihi öngörülerinin, kapitalizm, modernizm ve otoriteye yönelik eleştirilerinin tarih tarafından doğrulanan hakkını teslim etmekle birlikte “Önder” bakışının tahrif ve yanılgılarından Anarşizm’de nasibini almaktan kurtulamamış.
Tarihin sağlamasını yaptığı anarşist eleştirileri Öcalan maddeler halinde sıralayarak şöyle sahiplenmektedir:
Kapitalist sistemi en soldan eleştirmektedirler. Ahlaki ve politik
toplumu dağıttığını daha iyi kavrıyorlar. Marksistler gibi ileri rol
atfetmiyorlar. Dağıttığı toplumlara yaklaşımları daha olumludur. Gerici
ve çürümeye mahkûm görmüyorlar. Ayakta kalmalarını daha ahlaki ve
politik buluyorlar.
İktidar ve devlet yaklaşımları Marksistlere göre daha kapsamlı ve
gerçekçidir. İktidarın mutlak kötülük olduğunu söyleyen Bakunin’dir.
Fakat her pahasına olursa olsun iktidar ve devletin hemen kaldırılmasını
talep etmeleri ütopik olup, pratikte fazla gerçekleşme sansı olmayan
yaklaşımlardır. Devlet ve iktidara dayalı sosyalizmin inşa
edilemeyeceğini, belki de daha tehlikeli bürokratik bir kapitalizmle
sonuçlanacağını öngörebilmişlerdir.
Merkezi ulus-devlet inşasının tüm işçi sınıfı ve halk hareketleri için
bir felaket olacağını ve umutlarına büyük darbe indireceğini öngörmeleri
gerçekçidir. Almanya ve İtalya’nın birliği konusunda Marksistlerle
giriştikleri eleştirilerde de haklı çıkmışlardır. Tarihin ulus-devlet
lehinde gelişim göstermesinin eşitlik ve özgürlük ütopyaları için büyük
kayıp anlamına geldiğini söylemeleri ve Marksistlerin ulus-devletten
yana tavır almalarını şiddetle eleştirip ihanetle suçlamaları
belirtilmesi gereken önemli hususlardır. Kendileri konfederalizmi
savunmuştur.
Bürokratizme, endüstriyalizme, kentleşmeye yönelik görüş ve eleştirileri
de önemli oranda doğrulanmıştır. Erkenden anti-faşist ve ekolojik tavır
geliştirmelerinde bu görüş ve eleştirilerin önemli payı bulunmaktadır.
Reel sosyalizme yönelttikleri eleştiriler de sistemin çözülmesiyle
doğrulanmıştır. Kurulanın sosyalizm değil, bürokratik devlet kapitalizmi
olduğunu en iyi teşhis eden kesimdir.[1]
Sıraladığı maddeler bir siyasal hakikatin gecikmiş onaylaması olsa bile,
siyasal kitlelerin ağzından çıkan sözlere baktığı bir lider tarafından
söylenmiş olması kendi içinde anlamlı, bu topraklarda alışkın
olmadığımız ve farklı politik karşılıklar yaratma potansiyeli olan
değerlendirmeler olması itibariyle önemsenmesi gerektiğini
düşünmekteyiz. Ancak yazının ilerleyen bölümlerinde Öcalan, modern
siyaset mantığını aştığını iddia etmesine rağmen Anarşizmi, modern
egemenlik paradigmasının sınırlarını çizdiği çerçevede ele almakta,
özgür öznelerin birlikteliğinden doğan anarşist mücadele geleneğini,
modern iktidar siyasetlerinin kurguladığı; kitle, halk, taban gibi
nicelikleştirilen ve edilgenleştirilen politik kategoriler ve özneler
üzerinden okumakta ve anarşizmin tarihsel yenilgisini özetle anarşist
öncülerin sınıfsal karakterine, alternatif bir toplumsal proje ortaya
koyamamış olmalarına ve Avrupa-merkezli bakış açılarına bağlamaktadır.
Öcalan’ın iddialı eleştirilerine kulak verecek olursak:
“Geldikleri sosyal yapıların hareket üzerinde etkileri belirgindir.
Kapitalizmin iktidardan düşürdüğü aristokrat kesimlerle eskiye göre
göreceli olarak durumlarını daha da kötüleştirdiği şehir
zanaatkârlarının sınıfsal tepkileri bu gerçeği yansıtır. Bireysel
kalmaları, güçlü taban bulamamaları, karşıt sistem geliştirememeleri
sosyal yapılarıyla yakından bağlantılıdır. Kapitalizmin ne yaptığını iyi
biliyorlar, fakat neyi yapmaları gerektiğini iyi bilmiyorlar.
Görüşlerini kısaca toparlarsak; oldukça önemli ve doğrulanmış bu görüş
ve eleştirilerine rağmen, anarşist hareketin reel sosyalizme göre
kitleselleşip pratik uygulama şansı bulamaması düşündürücüdür… Uygarlık
çözümlemelerinin eksikliği ve uygulanabilir bir sistem geliştirememeleri
bunda önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca kendileri de pozitivist
felsefenin etkisini taşımaktadır. Avrupa merkezli sosyal bilimin pek
dışına çıktıkları söylenemez. En önemli eksiklikleri, bence demokratik
siyaset ve modernite konusunda sistematik düşünce ve yapılanma içine
girememeleridir. Görüş ve eleştirilerinin doğruluğuna ilişkin
gösterdikleri titiz çabayı sistemleştirme ve uygulama konusunda
sergileyememişlerdir. Belki de sınıfsal konumları buna engeldir. Diğer
önemli bir engel, teorik görüşlerinde ve pratik yaşamlarında her türlü
otoriteye duydukları tepkidir. İktidar ve devletin otoritesine
duydukları haklı tepkiyi tüm otorite ve düzen biçimlenişine
yansıtmaları, demokratik moderniteyi teorik ve pratik olarak
gündemleştirmelerini etkilemiştir. En önemli özeleştiri konusunun
demokratik otoritenin meşruiyetini ve demokratik modernitenin
gerekliliğini görememeleri olduğu kanısındayım. Ayrıca ulus-devlet
yerine demokratik ulus seçeneğini geliştiremeyişleri de önemli bir
eksiklik ve özeleştiri konusudur”.[2]
Anarşist mücadele gelenekleri, farklı sınıf ve katmanlardan gelen
karizmatik siyasal figürlerin ve bağımsız öznelerin anti-otoriter bir
komünizmi gerçekleştirme ufkuna yaslanarak var olmuştur. Anarşizm,
Marksizm gibi sınıf indirgemeciliğine saplanmadığı gibi, kapitalizm
öncesi üretim ilişkilerinin acımasız sömürüsüne maruz kalan yoksul
köylülere de Marx gibi burun kıvırmamış ve kapitalizmin dışına süpürdüğü
lümpen proleterya gibi tüm “sınıf olmayan” sınıflara da bağrını
açmıştır. Anarko-sendikalizm geleneği mülksüz işçilerin özörgütlenmesini
yaratmaya özel bir yatırım yapmışsa da, kapitalizmin çalışma disiplini
içinde gittikçe atomize olan ve ehlileşen sanayi proleteryası, hiçbir
zaman tek başına geleceğin toplumunu yaratacak “Modern Mesih” olarak
görülmemiştir. Sanayi proleteryasının sosyal devlet politikalarıyla
birlikte gittikçe sisteme entegre olan bir sınıf haline gelmesi ve
günümüzde anti-kapitalist direnişin önemli oranda bu sınıfın dışındaki
sınıf ve kimliklere dayanıyor olması, anarşizmin tarihsel sınıf
politikasını doğrular niteliktedir. Ayrıca en alt sınıflara dayanan
sosyalist hareketlerin öncülerinin iktidar tapınağının kanlı sunaklarına
adım atar atmaz nasılda işçileri yeniden üretim köleleri haline
getirdiklerini ve mülksüzleştirildiklerini bilen Öcalan’ın, sorunu
otoritenin soğuk sularında araması yerine Ortodoks Marksizm’in sınıfsal
karakter analizlerinde araması yanlış bir şifa arayışıdır. Bu analiz
alışkanlığı sanırım “Kürdistanda Kişilik Sorunu” adlı total
değerlendirme alışkanlıklarından kalmış olsa gerek. Anarşizmin teorik
öncüleri, aydınlanmanın ilericilik mitine iman etmedikleri gibi
modernizm öncesi toplumların eşitlik ve özgürlük deneyimlerini de önemli
bir miras olarak görmüşlerdir. Anarşist Makhno’nun, Troçki’nin Kızıl
Ordusu’na yenik düşene kadar, Ukrayna’da hayata geçirdiği özgür köy
komünleri, Anarşist özgürlük felsefesinin modern proleteryayı
beklemediğinin tarihi bir kanıtıdır. Bakunin gibi kimi anarşistlerin
aydınlanma çağının ruhundan etkilendiği doğru olmakla birlikte,
anarşistler genel olarak lineer tarih anlayışına kapılmamış, modern
kapitalizmi ileri bir tarihsel uğrak olarak selamlamadıkları gibi aksine
Proudhon, Kropotkin, Tolstoy gibi anarşistler kapitalizmin yayılmasını
ve endüstri öncesi köylülük ve zanaatçılığın proleterleşmesini bir
hastalık olarak görerek romantik devrimci eleştirilerini
esirgememişlerdir.
John Zerzan, Fredy Perlman, Theodore Kaczynski gibi uygarlık karşıtı
anarşistlerin etkili uygarlık analizleri devasa bir literatür
yaratmışken anarşistlerin bir uygarlık çözümlemesi olmadığını iddia
etmek bu alana ilişkin literatürü hiç bilmemek anlamına gelmektedir.
Tarım toplumuyla başlayan tahakküm tarihini ve bu tarihin üzerinde
biçimlendiği toplumsal düzenin temellerini bir daha kurulamayacak
şekilde yıkmayı öngören bu radikallerin öğretileri, günümüzde hala
birçok ekolojik ve anarşist hareketin kalkış noktasını oluşturmaktadır.
Öcalan, “demokratik otorite” kavramıyla ne kastettiğini tam olarak
açıklamasa da, “Liderimizi” yıllardır tanıyor olmanın bize kazandırdığı
özel sezgiler sayesinde Öcalan’ın bu argümanla kendi varlığını ve
dokunulmaz konumunu bize onaylatma ihtimalini güçlendirmektedir.
Anarşistler için demokratik veya anti-demokratik otorite ayrımları
yoktur. Anarşizmin bütün akımlarının vazgeçilmez ortak ilkesi her türlü
otoriteyi red etmesidir. Bu konuda Sevgili Başkan için yapabileceğimiz
bir politik torpilimiz veya kayırma limitimiz maalesef yoktur.
Öcalan’ın, “Anarşistler görüş ve eleştirilerinin doğruluğuna ilişkin
gösterdikleri titiz çabayı sistemleştirme ve uygulama konusunda
sergileyememişlerdir” eleştirisine gelecek olursak, modern dünyada
anarşist bir topluluk oluşturma yönünde gösterilen çabalar hiç eksik
olmamıştır. Anarşizmin modern tarihinde, küçük ölçekli komünal
deneyimler, eğitim ve ekonomi alanında yaratılan kolektifler, bölgesel
federasyonlar gibi önemli deneyim örnekleri yaşanmıştır. Bölgesel ya da
ulusal ölçekte anarşiyi kurma çabalarının iki örneği mevcuttur. Biri,
Rus devrimi sırasında Ukrayna’da diğeri 1936-1939 yılları arasında İç
Savaş sırasında İspanya’da yaşanmıştır. Makhno ve yoldaşlarının kırsal
bölgelerdeki toprakları ve büyük çiftlikleri kamulaştırarak
oluşturdukları köy komünleri, Bolşeviklerin “kızıl terörüne” uğrayana
kadar varlığını korumuştur. Bu komünlerde anarşist özyönetim hâkimdi.
Pazarları tatil günüydü, fakat üyeler iş arkadaşlarına baştan bildirmek
şartıyla başka zamanlarda da komünden ayrılabiliyorlardı. 100-300 arası
üyeden oluşan komünün tüm idaresi bütün üyelerin katıldığı düzenli
toplantılarla sağlanıyordu. Köylüler aynı zamanda ürünlerini takas
edebiliyorlardı. Komünal mutfaklar ve yemek salonları vardı ve insanlar
işlere isteyerek talip oluyorlardı. Kültür, eğitim ve sanatsal
faaliyetler her komünde özgür katılımlarla yapılmaktaydı. Bu yüzyıl
içinde anarşist bir toplum kurma çabalarından bir ikincisi, 1936
yılından başlayarak İspanya’da gerçekleşmiştir. 1939’a kadar süren dönem
boyunca sosyal ve ekonomik yaşamda köklü değişiklikler yaşanmış,
anarşistler tarafından bir dizi yeni sosyal kurum inşa edilmiştir.
İspanyol hareketi esas olarak Bakuninciydi, zira toplumun yerel
federasyonlar şeklinde birleşeceği ve daha geniş federasyonlar
oluşturacağı bölgesel kolektifler halinde örgütlenmeyi öngörüyordu.
Kurulan bölgesel veya kent komünlerinde, karar alma sürecine tam eşit
katılımın sağlanması dikkate alınmış, herkes çalışacağı işi özgürce
seçmiş, eğitim ve sağlık hizmetlerinin, ilacın parasız olduğu, komünler
arası takas sisteminin işlediği yüzyılın en radikal ve en büyük ölçekli
deneyimi hayat bulmuştur. Ayrıca yine ABD ve İngiltere de anarşist
toplukların çiftlikler, kooperatifler ve kent kolonilerinde toplum
denizi içinde eşit ve özgür ütopya adaları inşa etmek şeklinde anarşizm
varlığını sürdürmeye devam etmiştir. Mesele tarihe ve iktidara yenilmiş
olmak ise, bu yüz yıl içinde iktidarın tırpanına uğramamış, yenilgiyle
sonuçlanmamış bir özgürlük deneyimi veya ütopyası kaldı mı Sayın Öcalan?
İktidarın kirletmediği bir devrim var mı acaba?
Şu netameli Ulus mevzusunda da, Anarşistler başından itibaren “Ulus”
gibi bütün toplumsal farklılıkları öğüten bütüncül kimliklere haklı
olarak kuşkuyla yaklaşmışlardır. Modern devletin yarattığı ve tüm
toplumsal eşitsizliklerin ve haksızlıkların üstünü örten bir kimliğin
neleri görünmez kıldığını veya ertelediğini göstermek zorundaydılar.
Ulusların boğazlaşması olan dünya savaşlarına, ulus adına gerçekleşen iç
katliamlara, ulusu yüceltmek adına ortaya çıkmış faşist diktatörlüklere
tanık olmuş bir özgürlük geleneğinin Ulus’tan yana zar atması elbette
beklenemezdi. Devletin sınırlarını belirlediği vatan ve ulus kavramları o
tarihlerde anarşistler için “alçakların son sığınağı” olarak
görünmekteydi. Ancak bu anarşistlerin sömürgelerdeki baskılara karşı
yürütülen ulusal kurtuluş direnişlerine, halk isyanlarına kayıtsız
kaldıkları anlamına gelmemektedir. Valizine anarşist klasikleri
doldurarak Filipinler’deki anti-sömürgeci mücadeleye koşan Malatesta’nın
varlığı, Filipinlerde ve Küba’da sömürgecilik karşıtı
Anarko-sendikalist hareket (hatta Anarko-sendikalizm Latin Amerika’da
İkinci Dünya Savaşının başına kadar anti-sömürgeci hareketlerin mücadele
bayrağıydı) bunun somut örnekleridir. Öcalan, her şeye rağmen
Anarşizmin bir geleceğinin olması konusunda iyimser bakışını korumakta
ve anarşistlerin dikkate alınması gereken bir siyasal müttefik olduğunun
altını çizmektedir.
“Günümüzde reel sosyalizmin çözülüşü, ekolojik ve feminist hareketlerin
gelişmesi, sivil toplumculuğun genel bir kabarma sergilemesi şüphesiz
anarşistler üzerinde olumlu etki bırakmıştır. Fakat haklı çıktıklarını
tekrarlamaları fazla anlam ifade etmiyor. Yanıtlamaları gereken soru,
neden iddialı bir sistem eylemliliğini inşasını geliştiremedikleridir.
Bu da akla teori ile yaşamları arasındaki derin uçurumu getirmektedir.
Çokça eleştirdikleri modern yaşamı acaba kendileri aşabilmişler midir?
Daha doğrusu, bu konuda ne kadar tutarlıdırlar? Avrupa merkezli yaşam
tarzını bırakıp, gerçek bir küresel demokratik modernliğe adım
atabilecekler mi? Önemli olan tarihte büyük fedakârlıklar göstermiş
olan, önemli düşünürleri bağrında taşıyan, görüş ve eleştirileriyle
entelektüel camiada önemli yer tutan bu hareketin ve mirasının tutarlı,
gelişebilir bir sistem karşıtı sistem içinde toparlanabilmesidir.
Anarşistlerin reel sosyalistlere göre daha rahat bir özeleştiri ile
güncel pratiğe yönelmeleri beklenebilir. Ekonomik, sosyal, siyasal,
entelektüel ve etik mücadelelerinde hak ettikleri yeri almaları önemini
korumaktadır. Ortadoğu zemininde hızlanan uygarlık ve kültür boyutları
da öne çıkmış bulunan mücadelelerde anarşistlerin hem kendilerini
yenilemeleri, hem de güçlü katkılarda bulunmaları mümkündür. Demokratik
modernite sisteminin yeniden inşa çalışmalarında ittifak geliştirilmesi
gereken önemli güçlerden birisidir”.[3]
Anarşizmin günümüzde anti-kapitalist küreselleşme hareketi içinde önemli
bir mücadele öznesi olduğunu ve belli kimlik hareketleriyle daha güçlü
bağlar kurduğunu söylemek mümkün ancak bu Öcalan’ın vurguladığı liberal
sivil toplumculuğun kabarmasıyla bir alakası yoktur. Marksist Solun
yaşadığı teorik ve pratik krizler, değişen kapitalizm koşullarına cevap
verecek bir toplumsal örgütlenme modelinden uzak olması ve sicili bozuk
tarihi, aktivistlerin anarşizme yönelmesinde önemli etkenlerdir.
Anarşistlerle ittifak geliştirmeyi düşünen Öcalan’ın Anarşistler
tarafından da yoldaş olarak görülmesi ve ittifak geliştirilmesi için
öncelikle Öcalan’ın yapıştığı liderlik konumundan ve topluma her konuda
akıl veren rolünden vazgeçmesi gerekmektedir. Herkesin eşit olduğu,
liderlerin ve hiyerarşik parti örgütlenmelerinin olmadığı bir mücadele
dalgası içinde ‘Kürdistan Anarşist Devrimi’ne giden yolda Öcalan’la
birlikte aynı saflarda olmak ve mücadele deneyimlerinden şüphesiz
yararlanmak isteriz.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Abdullah Öcalan, Özgürlük Sosyolojisi, syf: 308, 309, Aram Yayınları
[2] A.g.e. s. 309
[3] A.g.e s. 400
Qijika Reş Dergisi - Sayı 3 / Sami Görendağ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder