Kimsenin gerçek manada düşünmeye ihtiyaç duymadığı anlaşılıyor. Kamplar, önderler, öcüler, kahramanlar var. Ellerinde de mihenk taşları güdük ideolojiler, siyasal argümanlar, dayanaklar. Bir konuya bakacakları zaman bu ideoloji gözlüklerini takıyorlar, her şey billurlaşıyor. Ergenekon’sa konu, tak gözlüğü ya gericilerin memleketi ele geçirme operasyonunu görürsün ya da şeffaflaşmayı ve bağırsakların temizlenmesini; PKK ise ya vatan bölünüyordur ve hainler vardır ya da ezilen halkın soylu direnişi…
Karara bağlanmıştır aslında konular. Sana tekstini verirler, gider evde ezber edersin. Göremeyenlere üzülürsün, farklı düşünenlere düşmanlık beslersin olur biter.
Şimdi 4+4+4 var elimizde. Kamplar ne görüyordur; ya dincilerin takiyye
ile eğitimi istedikleri hale getirdiklerini ve demokrat unsurların karşı
çıkması gereken bir durumu ya da inançlı insanların da inançları
doğrultusunda öğretim görecekleri bir eğitim sistemini. Büyük çoğunluk
da zaten kendisi düşünmez ve düşüncelerine itibar ettiği kamp hangisiyse
onun buyurduğunca davranır.
Yığınlar ve ahali neyse de mesela özgürlükçü oldukları, daha güzel bir
dünya düşüne sahip oldukları varsayılan sosyalistlere; Allah’tan başka
ilah tanımadıklarını ve vicdan sahibi olma konusunda bayrağı en önde
taşıdıklarını umabileceğimiz İslamcılara ne oluyor? Hele de önyargıları
özgürlük olan anarşistlere?
Eğitimin ne olduğu konusunda hakiki bir görüş geliştirmemişsin,
şiddetin, iktidarın, tahakkümün hayatımızdaki yerini düşünmemişsin,
4+4+4 hakkında parmağı en önce sen kaldırıyorsun! Otursana oturduğun
yerde. Bütün “siyasal bilinci” AKP karşıtlığı üzerinden oluşan zevat,
“onlar yapıyorsa vardır işin içinde bir iş ve karşı çıkmam gereken bir
taraf” maddesi uyarınca hemen başladılar aynı teraneye. Sosyal paylaşım
sitelerinde ve medyada; sosyalist, İslamcı arkadaşların hatta anarşist
olduğunu düşünen ama içinde kuvvetli bir batıcılık, ilericilik ve din
karşıtlığı (hepsi sol alışkanlıklardır, sol sapmadır yani J)) taşıyan
anarşist arkadaşların 4+4+4 aleyhine paylaşımlarına rastlıyorum.
Birileri diyor ki yıllar önceki ezber üzerinden, “zorunlu eğitimi 4 yıla
indiriyorlar, kız çocuklarını eve kapatacaklar”; ötekiler de diyor ki
“zorunlu eğitimi 12 yıla çıkarıyoruz.” Kavga gürültü. Zorunlu eğitimde
uzlaşmış herkes. Yani “ne”de uzlaşmışlar, çocukları devletin
ideolojisine göre birer yurttaş yapmada.
Siyasal
arenada rakiplerine bir gol daha atabilmek uğruna vicdanı, insanı,
kendi ilkelerini görmezden gelen, hatta sırf o golü atmak uğruna kendi
ilkelerine küfreden, bir şeyin siyaseten yanında veya karşısında yer
alan bir dünya insan.
Bundan yıllar önce CHP, sol ve ilericiler hep birlikte zorunlu eğitimin 8
yıla çıkarılmasını istiyorlardı, sanıyorlardı ki bir insanın başını
örtmesi, İslamcı olması cahilliktendir, bunları bir eğitsek şeriatın
yükselişini önleriz. Sanıyorlardı ki bu İslamcılar çocuklarını,
özellikle de kız çocuklarını eğitimin zorunlu kısmını –o zaman 5 yıl–
hallettikten sonra okula göndermeyip kuran kurslarına gönderiyorlar, bu
nedenle bir anda sayıları milyonlara ulaştı. Refah-AKP ekseni de o
zamanlar şöyle düşünüyordu: “Kardeşim sana ne, benim çocuğumun nasıl bir
eğitim almasından yana olduğumdan. İlla Kemalist çerçevede mi
eğiteceğiz çocuklarımızı, ben dini eğitim istiyorum belki, yok mudur
böyle bir hakkım.” Her iki kamp da büyük bir gerçeği fark
etmiş olmanın huzuru ve cakası ile (ee dönem de 28 Şubat dönemi) fısır
fısır muhabbet çeviriyordu, herkes tekstini koltuğunun altına
sıkıştırıyor ve ezberini tamam eylemek üzere eve gidiyordu. Liberal
aydınlar da genel manada “özgürlükçü” oldukları ve “statükoya karşı”
oldukları için bu zorunlu eğitim meselesinde insanların çocuklarına
istedikleri eğitimi aldırma haklarından söz açıyorlardı, hatta sınırları
az daha zorlayıp sembol haline gelmiş “türban”dan yana tavır alanlara
tesadüf ediliyordu. Sonra köprünün altı çamur deryası oldu. Batı Çalışma
Grubu’nun modern fetvaları yürürlüğe girdi. Zorunlu eğitim sekiz yıla
çıkarıldı, imam hatip liselerine pek çok dezavantaj getirilip o
okulların tercih edilmesi engellendi. Türbanlı hanım milletvekili
meclisten, yetmedi vatandaşlıktan atıldı.
Ve fakat İslamcı düşüncenin ve artık yalnızca AKP olarak şekillenen
diğer cenahın zayıflaması sağlanamadı, tam tersine bilindiği gibi ezici
bir çoğunlukla yıllardır tek başına iktidar durumunda bu eksen. Onların
da pek çok konuda bakış açısı değişti, beyazlaştılar, liberalleştiler;
artık sanıyorum ne “kanlı mı olacak kansız mı” yakışır onların da ağzına
ne de “"minareler süngü/ kubbeler miğfer/ camiler kışlamız/ müminler
asker," dizeleri. İktidar ellerine geçince ve asıl çoğunluğun kendileri
olduğuna sonunda inanabilince Kemalizm’le de barıştılar büyük ölçüde,
cumhuriyetle de kapitalizm ve Batı’yla da.
Eğitim konusundaki düzenlemelerde tabanlarının önemli iki beklentisine
az çok yanıt verdiler: İmam hatip liselerinin ve genel manada tüm meslek
liselerinin katsayı mağduriyetini giderdiler ve başörtülü kızların
üniversiteye girmelerini sağladılar geçici düzenlemelerle. Elhâk, bunlar
da yapılması gereken şeylerdi. CHP ve sol başlangıçta hararetle karşı
çıktıkları ve adeta “cumhuriyet elden gidiyor” diye bağrıştıkları yerden
çok uzaktılar zaten artık, çünkü seçim sonuçları halk partisine halkın
gerçek durumunu birkaç kez göstermişti. Artık başörtüsüne karşı
olmadıklarını falan da söylüyorlardı siyaseten. Yıllar önce “zorunlu
eğitim”in uzamışını memleketin bekasını sağlayacak tek kurtuluş gibi
görenler tam bunları unutmuştu ki AKP 4+4+4 diye bir şey çıkardı. Karşı
cephede hemen eski hastalık nüksetti: Vay efendim zorunlu eğitimi 4 yıla
indiriyorlar, kız çocuklarını eve kapatacaklar, on yaşından itibaren
başörtüsü takma serbestisi getiriyorlar falan diye yaygarayı bastılar.
Sanki aradaki süreç hiç yaşanmamış gibi gene “zorunlu eğitim”in şeriatçı
yükselişin önündeki en büyük kalkan olduğu fikri akıllarına geldi.
Neyse izahlar yapıldı, tasarıda değişiklikler yapıldı ve görünen o ki 8
yıllık zorunlu eğitim sabit kalmak üzere uzlaşacaklar; gerçi AKP 12 yıl
zorunlu eğitim diyor şimdi de. Bizimkiler gene kıllanabilir bu durumdan.
Bakalım göreceğiz. Ama siyasal arenanın dışından, zorunlu eğitimin
kendisi nedir diye bakan yok. Az baksana kardeşim; bu zorunlu eğitimi 25
yıla çıkarsan bir şey olur mu, ya da 2 yıla indirsen aynı tahribatı
yapmaz mı çocukta?
Anarşistler biraz tembeliz, kendimiz meseleyi kavradığımız zaman artık o
konuda bir şey yapma, yazma, söyleme gereği hissetmiyoruz. Karşı
olduğumuz şeylere karşı olmak evrensel ve basit bir realiteymiş gibi
düşünüyoruz. Mesela özgürlükten ne anladığımızı, askerliğe, hiyerarşiye,
militarizme, devlete vb. neden karşı olduğumuzu birkaç sayfayla
anlatmak zül geliyor. Bunlardan biri de zorunlu eğitim. Anarşistler
zorunlu eğitime karşıdır. Tersini düşünen var mıdır bilmem, ama
anarşistlerin asgari müştereklerini şöyle bir düşününce mümkün değildir
gibi geliyor bana. Yeni bir şey değil elbette söylediklerim, zorunlu
eğitime ve okula karşı olmak anarşistler için ilk varılan duraklardan
biri. Bu, devlete karşı olmanın zorunlu bir sonucu. Tüm devletler kendi
ideolojilerine uygun "birey"ler, "yurttaş"lar yetiştirmek ister, esas
itibariyle “eğitim” kişiyi eğip
bükme sürecini ifade eder. Devletlerin eğitimi, genel planda
kapitalizmin ve endüstriyel toplumun, özel planda da ulus-devletin
devamını sağlar. Hepimiz bir biçimde bu sürecin içinde bulunduğumuza
veya içinden geçtiğimize göre eğitim sürecinde açıkça yaşanan insan
onuruna aykırı, kişiliğe yönelik saldırılara ve farklılıkları yok etmeye
dönük uygulamalara şahit olmuşuzdur. Her anında otoritenin
hissettirildiği ve bunun için de en büyük desteğin, çocuğunu canı kadar
sevdiğini düşünen aileden alındığı garip bir süreçtir eğitim. “Eti senin
kemiği benim” gibi muhayyileyi zorlayan bir sözün son derece doğal bir
"iyi veli" sözü olabildiği bir süreç. Öğrencinin yaratıcılığına –gerçek
yaratıcılık diyorum– kesinlikle müsamaha gösterilemez. Çocuklar hiçbir
şekilde özgürlük yönünde teşvik edilmez, daima kurallar ve kurallara
uyma yönünde bir teşvik vardır. Kompozisyon, şiir, resim yarışmaları
açılır; öğretmenler hiç okumaz bunları, öyle bir beş dakika bakıp birini
seçerler. Her şey formalitedir. Bu devlet okulları açısından değil
sadece, tüm okullar için gereklidir, geçerlidir. Her öğretmenin ilk
sorguladığı, çocuğun ortaya koyduğu şey yasa ve yönetmeliklere uygun
mudur meselesidir. Öğretmen zaten hilkat garibesi bir varlıktır. Resim
öğretmenleri resimden, edebiyat öğretmenleri edebiyattan uzaktır.
Edebiyat öğretmenlerinin kitap okuma oranı ile başka bir meslek grubunun
oranı kıyaslansın oranlar aynı çıkar en iyimser bakışla. Kaç edebiyat
öğretmeni, günümüz şairlerini geçtim, Asaf Halet Çelebi şiiri hakkında,
Turgut Uyar hakkında hatta Nazım Hikmet şiir hakkında ÖSS kitaplarından
kulağına çalınan birkaç cümle dışında birkaç paragraf konuşabilir,
yazabilir? Kaç müzik öğretmeni, Anadolu Rock’ın gelişimini, müziğin
anlamını çocuklara anlatabiliyordur? Kaç matematik öğretmeni problem
çözme dışında mesela matematik tarihiyle ilgili konuşma yapabilir?
Öğretmenin bildiği tek şey vardır, maaş. Ona gelecek zam, ek ders
ücretleri, emeklilik ikramiyesi. Tamam, nihayetinde herkes geçinmek ve
karnını doyurmak zorundadır da işini bu derece bayağı yapıp nasıl haklı
bir ekonomik talep edinebilirsin ki? Sendikalarla ilgisi tamamen bu
maaş, zam, özlük hakları vs. yönündedir; sendikalar da bunu
kavradıklarından oraya yoğunlaşırlar. Durum fecaattir yani okullarda.
Öğrenciler buğday taneleri gibi öğütülürler bu değirmende, kâh notla,
kâh cezayla, kâh ödülle. En acımasız psikolojik testlere tabi tutulurlar
her gün. İstenenleri eksiksiz yapan çocuğun övülmesi ötekiler üzerinde
her gün uygulanan bir psikolojik işkencedir. Kişiliği beş para etmez
adamlar, kadınlar çocuklara sürekli emirler verirler, şahsi işlerini
yaptırırlar, kızım şuradan bana bir çay al, oğlum git bana sigara al,
şunu getir, bunu götür. Hiçbir öğretmen böyle davranan bir arkadaşına
“kardeşim ayıptır, çocuklara böyle davranmaya, onlardan sürekli bir
şeyler istemeye ne hakkın var, okul mu burası senin krallığın mı” demez,
diyemez; çünkü herkes aşırı sosyaldir. Okul krallığında her öğretmenin
küçük prenslikleri vardır, her şeyi o yaratmış gibi mutlu mesut yaşarlar
okulda. Duyuyoruz, fiziksel şiddete hala başvuranlar varmış, ama en az
onun kadar ağır bir psikolojik şiddet cenderesinden geçer çocuklar her
sabah: “Saçın niye toplu değil, eteğini yukarı çek, ayakkabının rengi ne
böyle, kaç defa dedik size hayvanlar, hani forman, arman, velini
çağır!” Listenin tamamını duysanız şaşırırsınız. Eğer okula giden
çocuğunuz varsa bunları her gün yaşadığını, yaşaya yaşaya kabullendiğini
sakın unutmayın e mi? Hayatlarının sıvası her yerinden dökülen,
evlerindeki çocuklarıyla iletişimsiz, idealsiz bir dünya maaş salağı
adam, kadın okulda bütün tatminsizliklerini sizin çocuklarınız üzerinde
gideriyorlar.
Anne babalar okullara
çocuklarını şahane, özgür, yaratıcı insanlar olmaları için değil,
istenenleri öğrenmeleri ve sonucunda ömür boyu zavallı bir hayat
sürmelerine yarayacak bir meslek edinmeleri için gönderir. İlk yıllarda
çocuklarına bakarlar, onun olağanüstü, sıra dışı yetenekleri ve zekâsı
olan bir çocuk olma ihtimali hâlâ varsa kafalarında bunu merak ederler.
Zaten böyle bir şey varsa da esas yapacakları şey bunu nasıl paraya ve
başarıya tahvil edeceklerini düşünmektir. Doğal olarak çok büyük bir
çoğunluk böyle bir şey olmadığı, çocuklarının son derece sıradan bir
çocuk olduğu gerçeği ile yüzleşmek zorunda kalır. Oradan sonrası artık
bilinen tablodur. Bir baltaya sap olsun isterler, bu derece düşer hedef.
Ama kolay değildir bu da. Çok zorlu bir süreç bekler onları, çocuk
azarlanacaktır, kaşlar çatılacaktır, başka çocuklarla
karşılaştırılacaktır, kendi hayatlarının nasıl zorlu olduğu, onun sahip
olduğu imkânlara sahip olmadıkları, kendileri için bir şey
beklemedikleri türünden acındırmalardan, hayat derslerinden başlayıp
“dayak cennetten çıkmadır”a uzanan bir dizi eylem hayata geçirilir.
Okul, çocuğun hayata hazırlandığı yerdir, bakın bu doğru. Rezil
hayatımızın her türlü sembolik uygulaması, her türlü minimal gösterisi
var orda. Güç, güçsüzlük, beğenilme, beğenilmeme, fark edilmeme,
haksızlığa uğrama, iktidarla ilişki nasıl kurulmalı, başarıya giden yol
nedir, insanları nasıl kandırırsın, nasıl tavlarsın, gemisini yürütmek
nedir, mış gibi yapmak nedir, aşk nedir, karşılık bulamamak nedir,
gereksiz bilgi nedir, köprüyü geçene kadar ayı kimdir, kimden korkmak
lazım, kime tepeden davranmak lazım, sosyallik nedir, dışlanmak nedir,
bundan nasıl kurtulunur? Bu ve benzeri envai çeşit şeyi öğrenir çocuk
okulda. Ama bunlar müfredat dışı konulardır. Yine de öğrenir, hakkını
yememek lazım, okul her sosyal ortamda öğrenilen hayat bilgisini öğretir
size.
Bu tornadan geçen öğrenci şunları öğrenemez: özgürlük nedir, sistem
nedir, insanların canlıların sadece bir türü olduğu, insan istedi diye
tüm gezegenin bir biçimde düzenlenemeyeceği, devletin ne olduğu,
kardeşliğin ne olduğu, doğayla bütünleşmiş bir yaşamın ne olduğu!
Fakat zorunlu eğitime karşı çıkışımızın temel sebebi; okulun, var olan
düzenin doğruluğunu ve meşruluğunu, derslerde hiçbir şey anlatılmasa
bile, yavaş yavaş ve geri dönüşümsüz bir biçimde beyinlere
nakşetmesidir. Ayrıca derslerde anlatılanların hepsi yalan dolandır.
Tarih dersi ilerlemeci bir zihniyetle, “ilkelden bugüne”, “geriden
ileriye” sıralamasında verilir. Hesaba göre en eskiden yaşayanlar “en
geri”dirler. Devletler, savaşlar, kahramanlıklar, düşmanlar. Yani bir
çocuğu böyle bir tarih eğitiminden geçirirseniz dünyayı anlamaması,
yanlış anlaması ya da bütün bu olan bitenin ve sonuçlarının iyi mi kötü
mü olduğunu kavramaması için her şeyi yapmış sayılırsınız. Batı’nın
şekillendirdiği ve tüm dünyaya kabul ettirdiği aydınlanmacı,
rasyonalist, bilimselci, medeniyetçi zihniyet, beden eğitiminden,
müziğe, psikolojiden fen bilimlerine hatta din kültürü ve ahlâk
bilgisine kadar tüm derslere sindirilmiştir. Anarşistler bundan dolayı
bu eğitime karşıdır. Ama böyle değil de içeriği anarşistlere çok uygun
hazırlanmış olsaydı bile bu kez hayatın bilgi alanlarına bölünmesi,
yabancılaştırıcı etkisi ve bilginin tahakkümün kaynağı yapılmasından
dolayı yine zorunlu eğitime karşı çıkacaklardı. Okula karşı çıkmak,
özgürlüğün önünde en büyük engeller olarak gördüğümüz, yabancılaşmanın
kaynağı devlete, endüstriyel topluma, şehirler halinde yaşamaya,
“toplum” halinde örgütlenmiş yaşama; beyaz, ilerici, akılcı ve uygar
dünyaya karşı oluşumuzun bir parçasıdır.
İşte bundan dolayı eğitime hayır, okula hayır diyoruz.
Mehmet İşten
Kaynak : Anarşist Gazetesi - Sayı 2
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder