Sayfalar

1 Mart 2012 Perşembe

Anadilde Eğitim Neden Olmaz ?

Başlıktan da anlaşılacağı gibi bu yazı akıntıya karşı yazıldı. Hem başlığı, hem içeriğiyle hayli iddialı bir yazı. Bunun farkındayım. Fakat bu yalnızca benim anadilde eğitim konusuna radikal bakışımla açıklanamaz. Bu iddia, konunun tartışmaya kapalı olmasıyla yakından ilgilidir. İşin aslına bakılırsa anadilde eğitim sorununun karşıt tarafları arasında da konunun esasına dair fikir ayrılığı yoktur.

Her iki taraf da anadilde eğitimi meşru bir hak olarak görür. Mesela devlet tarafı bu hakkı Türkiye dışındaki bütün halklar, topluluklar için meşru ve gerekli görür. Batı Trakya ve Bulgaristan’daki Türk azınlık için, Kuzey Kıbrıs için, Irak Kürdistanı’ndaki Türkmenler için ve son olarak da Avrupa’da yaşayan Türkiye kökenli göçmenler için ısrarla savunmaktadır bu hakkı. Türkiye’de ise Türkçe dışında başka dilleri konuşan kendi vatandaşları için anadilde eğitim hakkını tartışmasız bir hak olarak görmez. Bunun tek sebebi özünde böyle bir hakka karşı olmasından kaynaklanmıyor. Devletin ya da genel olarak iktidar kurumlarının ve bu algıya sahip vatandaşların asıl çekincesi, devletin cumhuriyet ilkeleri ve dil üzerindeki tekelinin sarsılacağıdır. Bu konuda ayak diremenin en sağlam yolu ise inkârdan geçer. Kürtçe eğitim talebine karşı devlet, kendimi bildim bileli “böyle bir dil yok ki” deyip çıkmaktadır işin içinden. Bir asır boyunca bu inkâr yöntemiyle direnmiştir. Her ne kadar argümanları artık kendi ayağına dolansa da gittiği yere kadar bu direnişi sürdürmek için hâlâ debeleniyor. Demek istediğim, devlet de genel olarak herhangi bir anadilde eğitime karşı değil. Ancak, söz konusu dil Kürtçe, Zazaca, Lazca vb. ise adeta otomatik bir komut gibi “hassasiyet”ini hatırlayıp bu hakkı reddediyor. Tabii bu konudaki tartışmaların nihayet gelip temel insani haklar çerçevesine dayanması, anadil talebinin genel geçer bir meşruiyetten kaynaklanması onu zor durumda bırakan başlıca etkendir. Öyle ya da böyle, bu sorun son demlerini yaşıyor denilebilir.

Dil Meselesinin İki Ana Yönü

Kürtçe’nin eğitim dili olarak kabul edilmesi için Kürt hareketi uzun yıllardır mücadele etmekte. Geçtiğimiz sonbaharda BDP ve ona bağlı belediyeler, iki dilli yaşam ve anadilde eğitim hakkı için yeni bir kampanya başlattı. Böylece hem Kürt Meselesi’nin hem de Kürtçe’yle eğitim talebinin gündemdeki yerine bir hatırlatma daha yapılmış oldu. Benim açımdan ise bu sorunun irdelenmeye değer iki temel yönü var.Birincisi, Kürtçe’nin eğitim-öğretim dili olarak revize edilmesi, biçimlendirilmesi ve yeniden oluşturulmasıdır -ki ben buna Kürtçe’nin ölümü diyorum.İkincisi, sistematik eğitimin anadilde yapılamayacağı gerçeğidir.Toplum veya topluluklar, birçok alanda olduğu gibi dil alanında da eşitlik istiyorsa, elbette bu meşru hakkı teslim etmekten başka söylenecek söz olmamalı. Fakat bir anarşist için mesele meşru bir hakkın teslim edilmesiyle sınırlı değil. Burada asıl üzerinde durulması gereken ve en az anadil kadar önemli bir nokta da eğitim meselesidir. Bin yıllardır sistematik eğitime karşı direnmiş bir toplum, niçin bugünün uygarlık cenderesi içine alınıp eğitilmek isteniyor? Bu konuşulmayacak mı, tartışılmayacak mı? Çağdaş uygarlıkçıların dillerinden düşürmedikleri “eğitim şart” düsturu ne oldu da eğrisine doğrusuna bakılmadan bütün bir Kürt toplumunun talebi haline getirildi. Politik dünyadaki her değişimi gözleyen, her türlü düşünsel kültürel tartışmaya kulak kabartan Kürt entelektüeller eğitim meselesine niçin dönüp bakmazlar? Kürt hareketinde veya politik Kürt çevrelerinde eğitimin sistem ve iktidarla ilişkisini ele alan herhangi bir incelemeye rastladığımı hatırlamıyorum. Belki vardır da ben rastlayamadım. Tabii kast ettiğim şey eğitimin sömürge-sömürgeci ilişkisinde yol açtığı deformasyon veya semptomlar değil, iktidarın kimliğinden bağımsız olarak eğitimin birey üzerindeki tahribatıdır sözünü ettiğim.Meselenin önemi şuradan kaynaklanıyor: Eğitim iktidar ürettiği kadar iktidar da eğitim aracılığıyla sınırsız bir tahakküm yaratır ve bu tahakkümü yaygınlaştırır. Bireyi tahakküm altına alan, eğen, büken, tartan, ölçen, biçen, şekillendiren, kendine tabi kılan iktidar, bunu eğitimin bin bir çeşit metoduyla gerçekleştirir. Birer kıyma makinesi olan eğitim kurumlarının yarattığı cehalet ortadayken Aydınlanma ve Batı hayranlığının Kürt hareketi tarafından da sorgulanmasının vakti ne zaman gelecek acaba?Belli ki, anadilde eğitim istenirken eğitimin sistematik şiddet içerdiği her defasında gözden kaçırılmaktadır. Bundan yüz elli yıl önce zorunlu eğitime karşı gönüllü öğrenim projesi geliştiren Lev Tolstoy, “eğitim, bir fikrin zorla insana dayatılmasıdır” demişti. Eğer insanlar, kendilerine dayatılan bu otorite ilkesine rıza göstermeselerdi eğitim sistemleri yeryüzünde bu denli tıkır tıkır işleyemezdi. İşte eğitim denilen sistematiğin temel işlevlerinden biri de otorite ilkesini bireyin düşünce ufkunda ve yaşamında vazgeçilmez kılması; buna muktedir olması ve bunu başarmış olmasıdır. Ancak bu gönüllü kabulleniş sonucudur ki, milyonlarca insan ordusuz, polissiz, yargıçsız, otoritesiz ve nihayet okulsuz bir yaşamı kâbusla eşdeğer görmekte. Burada vurgulamak istediğim nokta elbette müfredat değil, bizzat eğitimin kendisidir. Bir olgu, bir tahakküm biçimi olarak zorunlu eğitimin reddedilmesidir. Bilgi ve tecrübe aktarımı veya kısaca öğrenmek ise tamamen başka tarzda bir etkinliktir. İktidar ve otoritenin tekeli dışında, formasyon ve kurumsal işlevi olmaksızın bireyin rızası ve iradi seçimiyle serbestçe gerçekleşebilecek bir deneyim sürecidir o. Özetle, Kürt toplumu, Kürtçe’nin eğitim dili haline gelmesini istediği ve bu talebi gündemde tutabildiği müddetçe er ya da geç bu hedefe ulaşır. Şüphesiz Kürtçe de her dil gibi gelişmeye, modernleşmeye ve elbette eğitim dili olmaya müsaittir. Hatta bu yola koyulmuş ve epey de menzil almış durumda. Ne var ki, bu amacın hedef ve araçları, yol ve yöntemleri özgürlük etiğiyle değil, otoritenin buyurganlığıyla belirleniyor. Açık ki, bu buyurganlık amacın kendisini de gözden geçirilmeye muhtaç kılmakta. Sorun Kürtçe’nin eğitim için yeterli olup olmadığı değil; asıl sorun hâlâ önemli oranda doğa toplulukları olan Kürtlerin yaşam tarzının ortadan kaldırılmasıdır. Bu akıbeti yaşamış olan toplumların dillerine bakıldığında görüleceği gibi, Kürtçe’nin eğitim dili haline gelmesiyle birlikte etimolojik ve morfolojik yapısı büyük bir deformasyonla karşı karşıya kalacaktır. Demokratik kriterler açısından meşru bir hak talep edilirken gözden kaçırılan nokta; kent ve devlet öncesi özgünlükler taşıyan bu dilin toplumdan ve yaşamdan koparılıp bilimsel disiplinler tarafından yeniden üretilmesidir. Asıl sorun bu! Eğitim havucuna karşılık buna razı olunacak mı peki? İnkâr politikasının tek panzehiri, özgün toplumsal yaşam ve varoluşun çağdaş uygarlığa feda edilmesi mi? Halbuki, Kürtçe’nin yok olmaması için tek garanti olarak öngörülen sistematik eğitim dili haline getirilmesi, gerçek anlamda Kürtçe’nin ölümüdür. Böyle bir hamle, uzun bir tarihi olan Kürtçe’yi kısa zamanda Kürtlerin hayat tarzından, yaşam ilişkilerinden koparıp tanınmaz bir dile dönüştürecek. Bunun işaretlerini bugünden görmek mümkün.

Anadilde Eğitim Talebi

Meselenin ikinci temel yönüne gelince; öncelikle şu yargımı ortaya koymalıyım: Bugün hiçbir anadilde eğitim yapılmıyor, yapılamaz. Tersinden söyleyecek olursam; günümüz eğitim dillerinin hiçbiri artık anadil niteliklerini taşımıyor. Mesela, konuşma veya eğitim-öğretim dili olarak Türkçe kimin anadilidir? Toroslar’da, İç Ege’de, Orta Anadolu’da resmî Türkçe’den farklı ağızlarla anadillerini konuşan Türklere rastlamak mümkün belki, ama Türkiye Türkçe’si denilen dil Türklerin anadili olmaktan çoktan çıktı. Çünkü, eğitim dili haline gelen hiçbir dil anadil niteliklerini koruyamaz. Herhangi bir dil, yazı ve eğitim dili olarak gelişip standartlaştıkça bozuma uğrar. Yani, bir dil ne kadar gelişir, modernleşir ve merkezileşirse o oranda da doğasından, yapısal özelliklerinden ve asıl yaşam kaynağından kopar, uzaklaşır ve değişir. Bunun nedeni, anadil dediğimiz konuşma dilinin, tarih, kent ve yazı öncesinden veya bunların dışında kalmasından kaynaklanır. Henüz doğayla bütünlüklü, temel morfolojik özelliklerini canlı bir şekilde koruyan diller, sistematik eğitim, yazılı kültür ve kent yaşamına geçişle birlikte eski niteliklerini kaybeder, değişim ve bozuma uğrarlar. Bu bakımdan anadil, doğaya, doğal hayata, doğa toplumlarına ait iken; eğitim ve yazılı kültür dili, modern uygarlık öncesi kimi izler taşımasına rağmen kente, devlete ve uygarlığa aittir. Eğitim dili, yalnızca sözcük hazinesi açısından değil, konuşma kalıpları, etimolojik ve morfolojik (köken ve yapı) özellikleri açısından da doğal özgünlüğünü yitirmiştir.Bu açılardan bakınca Kürtçe’nin henüz epey avantajlı yanları var. Çoğu zaman yan yana iki köyün, iki aşiretin ortak dilinde bile farklı ağızlar mevcut. Birkaç temel lehçeden başka pek çok şive ve ağızla konuşulan günümüz Kürtçesi, hâlâ pastoral yaşam tarzının rengârenk çeşitliliğini sunmakta. Ancak, 1970’li yıllarda politik Kürt gruplarının –alfabe, gramer ve yazı dili arayışıyla– başlayan yazılı kültür çalışmaları, bugün konuşma dilinden uzaklaştığı gibi yazı dilinde de belli bir standartlaşma ve merkezîleşmenin yolunu açtı. Açık ki bu çaba Kürtçe’yi hızla homojenleştirip ulusal dil denilen devlet dili haline getirecek.Bu meselenin bir başka boyutu ise, anadilin eğitim ve devlet diline uygun yapıya dönüştürülmesi için yapılacak zoraki bozumdur. Bir dile siyasi nedenlerle yapılan müdahalelerin nerelere varabileceğini görmek için Kürt camiasının gayet iyi bildiği Türk Dil Kurumu çalışmalarını, güneş dil teorisini, Orhan Hançerlioğlu’nun Öz-Türkçe girişimlerini hatırlamak yeterlidir. Bu girişimlerde illa da kötü niyet aramak gerekmez. Modern eğitim sistemi, dilin merkezîleşmesini, standartlaşmasını kaçınılmaz kılar. Ulusal çapta bir ve tek eğitim sistemi istiyorsanız, Türk oymaklarının Asya bozkırlarından beri kullana geldiği onlarca şive, ağız ve lehçeyle bu ulusal birliği ve eğitimi sağlayamazsınız. Nitekim, Kürtler de öteki lehçe, şive ve ağızları yutan, yutamadıklarını da aşağılayan merkezî bir dil standardizasyonuna varmadan mevcut Kürtçe’yle hedefledikleri çağdaş eğitim sistemini kuramazlar. Soranca ve Zazaca her ne kadar ayrı dil yapılarını korumuş olsa da hem Kürtçe’ye eklemlenip asimile edilmeleri hem de kendi içinde ikinci bir merkezîleşme tehdidiyle karşı karşıyalar. Görebildiğim kadarıyla Zazaca üzerine çalışan dil uzmanları şimdilik Kürtçe’den bol miktarda ödünç sözcük almaktalar. Fakat bu borç yüküyle nereye varılacağı, bu borcun altından nasıl kalkılacağı konusunda bir fikirleri olup olmadığından kuşkuluyum.Tabii bu arada güney Zazaca şivesiyle ilgilenen dil uzmanlarının kuzey Zazacası’ndan neredeyse hiç sözcük almamaları da dikkat çekici bir dilbilim yaklaşımı. Bu ödünç sözcük alma işinin mantıki sonucu, alacaklının ipoteğini icra ve iflasa kadar vardırmasıdır. Ve sanırım sonunda öyle olacak. Bu bakımdan anadilde eğitim talebinin Zazaca için yarattığı tehlike daha can alıcı bir boyutta. Güney ile kuzey Zazaca şiveleri (Dımıli ile Dersim, Sivas, Erzincan havalisi) arasındaki farklılaşma aşağı yukarı Sorani ile Kurmanci arasındaki fark kadardır. Her iki şive de yaklaşık aynı yaygınlıktadır. Zazaca’nın öteki ara ağızlarını bir yana bıraksak bile bu iki temel şiveden hangisi eğitim dili için esas alınacak? Belli ki dil uzmanları Zazaca’nın bu iki temel şivesini Farsça ve Kürtçe yardımıyla tekleştirecek. Böylece yazı-çizi, eğitim ve bilim erbabının dahi anlamakta güçlük çekeceği yapay bir dil üretecekler. Bu konuda atılan adımları, Türkçe’den aktarma şablonlarla kurulmaya başlanan gülünçlükleri hatırlamak bile istemiyorum.Batı dillerinden, filtrelenmeden alınan günlük yaşamdaki kalıplar daha şimdiden Kürtçe’yi de Zazaca’yı da etkilemeye başladı. Bu nedenle, televizyon ve radyo yayınları, yazılı basın yayın çalışmaları maalesef dilin özgün mantığına ve doğal yapısına öldürücü darbeler indiriyor. Mesela, Türkçe’de konuşma diline kimisi eskiden kimisi de yeni yeni yerleşen pek çok kalıp ve sözcük bire bir çeviriyle Kürtçe ve Zazaca’ya taşındı. “İyi günler, iyi akşamlar, kendine iyi bak, bilindiği gibi, bu çerçevede, bu süreçte, doğrusu, şüphesiz, ola ki” gibi bir dizi söz ve kalıbın anlam ve mantığı göz önüne alınmadan taklit edilmesi ciddi tahribata yol açıyor. Tabii bunlara bir de Farsça kelime köklerine Kürtçe ekler takıp Hançerlioğlu mantığıyla laboratuarda türetilen sayısız sözcük de eklenince anlaşılması zor bir dil çıkıyor ortaya.Örneğin, okur yazar olmayan ama iyi Kürtçe konuşan herhangi bir köylü ya da şehirliye Kürtçe yazılmış bir haberi okuyun, tanıdık bazı sözcük ve edatlardan başka hiçbir şey anlamadığını göreceksiniz. Aynı şey Zazaca için de geçerli. Taklidi marifet sanan dil uzmanlarının kotarıp güncelleştirdiği Kürtçe ve Zazaca ne okunabiliyor ne anlaşılabiliyor. Ne yazık ki Kürt basınının bu yapay dili ile toplumun geleneksel dili arasında açılan uçurum gün geçtikçe derinleşiyor. Bir kanser hücresi gibi politik Kürt çevrelerine bulaşan çağdaş yaşama ayak uydurma çabası geleneksel Kürtçe’yi yok oluşa doğru sürüklüyor.Halbuki, Kürtler çeşitli imparatorlukların ve çevrelerindeki birçok devletin egemenliğinde yüzyıllarca yaşadıkları halde dillerini kaybetmedi. Sözlü edebiyata –masal, destan, veciz, türkü ve ağıtlara– yansıyan son derece berrak tasvir ve tanımlamalar bunun en temel kanıtıdır. Dilin bu doğal zenginliği, toplumun son çeyrek yüzyıldaki politikleşmesiyle birlikte yoksullaşmaya, mekanikleşmeye yüz tuttu. Kürtçe, yaklaşık otuz yıldır tümüyle yabancısı olduğu politik bir jargonun esaretinde can çekişiyor. Tam da mustarip olunan asimilasyoncu zihniyetle, ölçüsüz zorlama ve abartılarla yeni bir dil yaratılıyor. Batı hayranı ilerici dilbilimciler, linguistik uzmanları, gırla türeyen araştırmacı yazarlar birbirinden şişkin sözlük ve gramer icatlarının yarışındalar. Binlerce yıldır doğal yaşamdan gelen çeşitliliğini, zenginliğini koruyan geleneksel Kürtçe maalesef bu uğursuz çabanın elinde bir kadavraya dönüşüyor. İşte böylece, son otuz yıldır süregelen modernist saldırı, dili standartlaştırma tuzağına düşürmeyi başardı. Artık geleneksel Kürtçe’yi bekleyen akıbet –eğitim dili uygulamasına da geçilirse eğer– hızla başlayacak dejenerasyon, köken ve yapı bozulmasına bağlı olarak erime ve yok oluş sürecidir.Sonuç olarak, benim talebim Kürtçe’nin eğitim dili olması değil, anadili olarak kalması ve korunmasıdır. Şimdi “koruma” sözcüğünü kullandım diye bu işin üniversite kürsülerinde kotarılabileceği sanılmasın. Aksine, dilleri bozan veya onların baskı altına alınmasına aracı olan bizzat üniversitelerdir. Bu nedenle, doğa topluluklarının dilleri bilim çevrelerinin deney ve araştırma nesnesi yapılmamalı. O kürsülerden çıkacak sonuçları gayet iyi biliyorum. Bugün teknoloji sisteminin dili ve zihniyetiyle konuşan teknokratın bana, “senin dağlarından, yaylalarından doğup çağlayan dereler boşa akıyor” demesiyle, dilbilimcinin “senin dilin geri, çağdaş yaşamı algılamakta ve ifade etmekte yetersiz” demesi arasında bir fark görmüyorum. İkisi de gelişme ve kalkınmaya işaret eder. İkisi de doğal yaşamımı ortadan kaldırmayı hedefler. İkisini de reddediyorum. Dereler boşa aksın. Dil kendi doğal seyrine bırakılsın.

Gazi Bertal
Kaynak : Anarşist Gazetesi - Sayı 2

Hiç yorum yok: